Uncategorized

Köyümüzün Amcıkları, İzmirin Amcıkları… (5)

Köyümüzün Amcıkları, İzmirin Amcıkları… (5)
Vedat’ların evinin önünde, birisi Ankara plakalı, diğeri de Alman plakalı olmak üzere iki araba vardı. Alman plakalı olan araç, hani bizim Almancı Türklerle özdeşleşmiş bir marka idi. Çok kızıyordum bu tiplere. Elbette Almancıların hepsi öyle değildi, aralarında çok kültürlü ve özünü kaybetmemiş insanlar vardı. Ama kızdığım tipler köyden amele olarak gidiyorlardı Almanya’ya, orda imanları gevreyene kadar, Almanların beğenmediği işlerde çalışıyorlar, sırf son model bir Merce*** araba ile köye hava atmaya gelmek için, orda senelerce göt kadar evlerde balık istifi yaşayıp, kuru fasulye ve makarnaya talim ederek para biriktiriyorlardı. Tatile gelince de kendi köylüsüne yüksekten bakıyorlardı. Almanya’da Kral gibi yaşadıklarını anlatmaları da işin cabası, sanki orda para ağaçtan toplanıyordu. Bu zırvaları dinleyen garibanlar da, Almanya’ya kapağı atma hayaline kapılıyordu.

Ben bunun böyle olmadığını çok iyi biliyordum. İngilizce ve Almanca dillerini iyi bildiğimden, okuduğum Üniversitenin de teşvikiyle, bilimsel bir projenin araştırmasını yapmaya Almanya’ya gönderilmiştim. Hamburg, Köln ve Berlin gibi şehirlerde bir süre kalıp, Türklerin Almanya’ya Entegrasyon sorununu inceledim. Almanya’ya giden ilk nesilden tutun da, 2. ve 3. nesil Türklerin ordaki hertürlü sorunları hakkında herşeyi biliyordum. Hele 3. nesil Türklerin Türklükle nerdeyse alakaları yoktu, iyice Dejenere olmuşlar ve Almanlaşmışlardı…

Arabayı kapının önüne parkettiğimde, Vedat beni karşılamaya çıktı. Sarılıp kucaklaştık, ayaküstü hal hatır sorduk birbirimize. İçeri girmeden önce birer sigara içelim dedik. Vedat’a misafirleri sorduğumda, “Aşağı mahalleden Almancı Ramazan çavuş vardı ya, onlar işte, bizde kalıyorlar. Kendi evlerini bu sene yıktırdı, apartman mı ne dikecekmiş oraya. Öbürleri de Ankara’daki Şaban eniştemler!” dedi. Sigaramız bitince, içeri girdik.

Vedat, halamın mutfakta olduğunu söyleyince, salona geçmeden önce mutfağa uğrayıp, halamın elini öptüm. Mutfakta misafirlerin karıları ve birkaç da küçük kız vardı. Halam, kadınlara benim kim olduğumu söyledi. O zaman kadınlar da ellerini uzattılar öpmem için. Almancı Ramazan çavuşun karısı olduğunu düşündüğüm kadının giysileri pahalı ve kaliteliydi, ama kadına hiç yakışmamıştı. İpek bir eşarp vardı başında. Boynundaki ve kollarındaki altınlarla küçük bir kuyumcu dükkanı açılabilirdi. Kadın sürekli kolundaki bileziklerini düzeltip, hepsinin kolunda yan yana intizamlı durmasını sağlamaya çalışıyordu.

Ben salona gitmek üzere çıkarken, tam mutfağın kapısında donup kaldım. Karşımda, uzun boylu, düzgün fizikli, çok değişik tarzda kesilmiş sarı saçlarının boyama olduğu hemen anlaşılan, makyajlı yüzü bakımlı, gözleri mavi (ki muhtemelen Lens takıyordu), amını tüm ayrıntısıyla belli eden daracık kot pantolonlu, göğüslerini çatalına kadar gösteren askılı tişörtlü, kolunda küçük bir dövme olan, yüksek topuklu ayakkabı giymiş, 19-20 yaşlarında bir kız vardı. O da beni görünce, ıslak elleriyle öylece dondu kaldı. Bu birkaç saniye süren donmada, o da beni tepeden tırnağa incelemiş ve en son gözleri gözlerime takılmıştı. O anda kız elektriğe çarpılmış gibiydi. Benimse o anda aklımdan geçen tek şey, (Bu kızı mutlaka sikmeliyim!) oldu.

Sonra ikimiz aynı anda, “Pardon!” deyip hafif yanlara adım attık. Ben, “Buyrun siz geçin!” diyerek geri mutfağa doğru çekildim. Kız yanımdan geçerken sanki parfümeri dükkanı taşınıyormuş gibi hissettim. Bu kız kesinlikle Almancı Ramazan çavuşun kızı olmalıydı. Muhtemelen Lavabodan geliyordu, onun için elleri ıslaktı. Ki annesi, “Al kızım, ellerini kurula!” diyerek çantasından kağıtmendil çıkarıp verdi. Lavabodaki havluyu kullanmadığına göre, temizlik konusunda çok titiz bir kız olmalıydı. Ben mutfaktan çıkarken kız annesine Almanca, “Mama, er ist so süss!” (Anne, o çok tatlı!) dedi. Annesinin de, “Kızım şşşt!” dediğini duydum.

Salona girerken içerdeki herkese toptan selam verdim. Eniştem misafirlere beni taktim etti, İzmir’de Üniversitede okuduğumu söyledi. O sırada Almancı Ramazan çavuş, “Öp bakayım elimi kerata!” diyerek elini uzattı. Parmağında Kehribar taşlı, gümüşten, büyükçe bir yüzük vardı. Emrivaki yapmasına sinirlenmiştim, hiç sevmezdim böyle şeyleri. Yine de öptüm elini. Ondan sonra da diğer büyüklerin ellerini öptüm. Salonda birkaç tane de ufak oğlan çocuğu vardı, öptürmek istemediğim halde onlar da benim elimi öptüler. Ben Vedat’ın yanına oturacakken, Ramazan çavuş, “Gel şöyle yanıma otur Haruncuğum, sohbet ederiz!” dedi. Bu hareketine de sinir olmuştum. Ama kızını sikmek istiyorsam, onun bu davranışlarına katlanmak zorundaydım.

Küçük kızların birisi tepsi dolusu çayla geldi içeriye. Çaylarımızı aldık, içerken, bir başka küçük kız da bana Kolonya ve Ak**e şekeri ikram etmek istedi. Elime çok ama çok az Kolonya dökmesine izin verdim, sürdüğüm parfümle hiç uyuşmayacaktı. Ayıp olmasın diye bir tane de Ak**e şekeri alacaktım ki, Ramazan çavuş elimi tutup mutfağa doğru seslendi, “Nurcan kızım, Almanya’dan getirdiğimiz çikolatalardan getir, annenin valizinde olacaktı!” diye. Yine yapmıştı yapacağını.

Kızı salona girdiğinde, bunun deminki kız olduğunu gördüm. Demek ki ismi Nurcan idi. Gözümü bir saniye bile ayırmadan, yürüyüşünü, fiziğini, vücudunun tüm kıvrımlarını işledim beynime. Ve birkez daha onayladım ilk teşhisimi, bu kızı mutlaka sikmeliydim. Nurcan getirdiği çukulotaları babasına uzattı, babası da, “Kızım böyle görgüsüzlük olmaz, bir tabağa koyup ikram etsene!” dedi. Nurcan, “Aber Papa!” (Fakat baba!) diyerek sinirli bir şekilde gitti. Giderken arkasından baktım, götü de müthiş güzel görünüyordu. Az sonra tabağa koymuş getirdi, ikram etti herkese. Ama giderken babasının kulağına birşeyler fısıldadı. Nurcan gittikten sonra Ramazan çavuş beni soru yağmuruna tuttu, birden hakkımda herşeyi öğrenmek istiyordu.

Sorularına kısa kısa cevaplar verdim, hiç sevmemiştim bu adamı. Önce bir geriye yaslandı, sonra da elini dizime koyup, yarım saat kızını övdü bana. Yok işte, kızının ehliyeti olduğunu ve arabayı Kapıkule’ye kadar kızının kullandığını, kızının Almanya’da kendine ait Kuaför salonu olduğunu, kızını Almanya’da çok isteyenlerin olduğunu, fakat kendisinin kızını Türkiye’den, tahsilli, sağlam karakterli biriyle evlendirmek istediğini vs. vs. anlatıp durdu. Ramazan çavuş yarım saat içerisinde resmen beni damat adayı olarak görmeye başlamıştı.

Benim olaya Sazan gibi balıklama atlamadığımı görünce de, başka konuyla sürdürdü konuşmasını. Aşağı mahalledeki evini yıktırdığını, oraya 4 katlı apartman dikeceğini, bir katında kendi oturacağını, katın birini Almanya’daki oğluna, birini yine Almanya’daki diğer kızına, bir katını da Nurcan’a vereceğini, ilerde müstakbel gelin ve damatlarını aynı çatı altında görmek istediğini falan anlattı. Apartmanın projesini Alman bir Mimara çizdirdiğini söylemeyi de ihmal etmedi. Sanki Türkiye’de proje çizecek hiç Mimar yokmuş gibi böbürleniyordu, “Bir ara sana projeyi göstereyim, bak bakalım hiç öyle bir şey gördün mü! Tamam mı?” dedi. Geçiştirmek için, “Tamam, olur!” dedim.

Çaylarımız tazelenirken anlattıklarına ara vermek zorunda kaldı. Ben de o sırada diğer misafirlerin hallerini hatırlarını şöyle bir sordum, biraz onlarla sohbet ettim. Aslında buraya Vedat’ı görmeye, onunla sohbet etmeye gelmiştim, ama pek konuşamamıştık. Vedat bir ara salondan çıktı ve koridordan bana (Dışarda sigara içelim!) işareti yaptı. Ben de içerdekilerden müsade isteyip, 5 dakikalığına hava almak için dışarı çıkacağımı söyledim, kalktım. Ramazan çavuş ne için çıkacağımızı anlamış olmalıydı ki, “Ben de bir sigara içeyim dışarda!” diyerek peşimizden geldi.

Kapının önüne çıktığımızda Vedat’la bana sigara ikram etti. Biz tabii, “Biz içmiyoruz!” dedik. “Gençlerrr, ben sizin ananız babanız gibi geri kafalı değilim, ben Alamanya görmüş adamım, yanımda içebilirsiniz, benim kızım bile yanımda içiyor!” dedi, zorla tutuşturdu elimize birer sigara ve yaktı. Biz de içmek zorunda kaldık. Sigaralarımızı içerken de çenesi durmadı, bu sefer arabasından bahsetti, Merce***’in son modeli olduğunu, AMG özel sipariş olduğunu, içinin dışının ‘Full’ olduğunu, 129.000 Euro peşin para saydığını, Almanların bile bu arabaya binemediklerini anlattı. “Kısmet olur da Nurcan Türkiye’den biriyle evlenirse, damadıma bu arabayı düğün hediyesi olarak vereceğim!” dedi. Vedat bu muhabbetten sıkılmıştı, “Siz konuşun, ben Selim’in yanına bir uğrayacağım!” dedi ve motoruna atlayıp gitti.

Ben de sıkılmıştım açıkcası. Ramazan çavuş ardı arkası gelmeyen övünmelerini sürdürürken, ben Nurcan’ı nasıl sikerim hesabı yapıyordum. Sanki Nurcan telepati yoluyla düşüncelerimi okumuş gibi geldi yanımıza. Babasının gömlek cebinden sigara paketini çıkarıp bir tane kendine aldı, bize de ikram etti. Biz de yeni söndürdüğümüzü söyledik. Nurcan sigarasını içerken, babasına Almanca birşeyler söyledi. Nurcan’ın ne dediğini anladım, ama belli etmedim. Nurcan Babasına, (Bu çocuk çok tatlı, işte beni bununla evlendirirsen evlenirim!) demişti. Babası da ona Almanca, (Tamam kızım, halledeceğim!) dedi, sonra bana, “Haruncuğum kusura bakma, Nurcan’ın Türkçesi pek iyi değil de ondan benimle Almanca konuşuyor! Köyde sıkılmış, biraz gezip dolaşmak istiyormuş, onu söyledi demin!” dedi.

Niyetlerini anlamıştım, ama bu arada bana da Nurcan’ı sikmek için bir fırsat çıkmıştı. “Ben gezdirebilirim Nurcan’ı, tabii sizin de müsadeniz olursa?” dedim. Ramazan çavuş da kızına sormadan, “Tabii tabii evladım, gidin gezin dolaşın eğlenin, konuşun, hem birbirinizi tanımış olursunuz!” deyip, arabasının anahtarlarını uzattı Nurcan’a. Nurcan da babasının yanağına öpücük kondurup, melez bir Türkçeyle, “Aslan Papa!” deyip anahtarları aldı ve “Al, sen kullan!” diyerek bana verdi. Arabanın başına vardığımızda, “Bak buraya basacaksın!” diyerek elimdeki anahtarın kumandasına bastı, kapıların kilidini açtı. Nurcan sağ tarafa geçip arabaya binerken, babası, “Haruncuğum bir saniye gelsene, az kalsın unutuyordum!” dedi. Yanına vardığımda, cüzdanından 5-6 tane 100 Euroluk banknot çıkarıp, banknotları dürdü büktü gömleğimin cebine soktu, “Kızım nereye istiyorsa götür gezdir, para problem değil!” dedi. Bozulduğumu belli etmemeye çalışarak, teşekkür ettim.

Arabaya bindiğimde bu sefer de Nurcan başladı, “Bak kontak yeri burası, el freni burda, Airco bu, Camları burdan açıyorsun, Radio burdan açılır, aynaları burdan ayarlıyorsun…” gibi şeyler söylemeye. Gösterdiği şeylere bakmıyordum bile, gözlerim cömert dekoltesinden görünen iri göğüslerindeydi. Göğüs çatalından biraz fazlasını görebilmek umuduyla, emniyet kemerimi bir iki kez çektim ve “Kemer takıldı galiba, gelmiyor!” dedim. Hemen benden tarafa uzandı, kemeri çekti. Ozaman dantelli sutyenine kadar gördüm. Galiba göğüslerine de parfüm sürmüştü. Bir iki saniyeliğine de olsa içime çektim kokusunu. Bu bile yarağımın sertleşmesi için yeterli olmuştu.

Nereye gideceğimi bilmeden Çevre yoluna doğru sürdüm arabayı. Nurcan halen konuşuyordu, kendinden bahsediyordu, Almanya’da sahibi olduğu Kuaför salonundan falan bahsediyordu. Belli ki konuşmayı çok seven bir kızdı ve köyde konuşacağı kafasına göre kimseyi bulamamıştı. Heyecanlı heyecanlı anlatıyordu birşeyler. Sonradan farkettim, Nurcan’ın sadece vücudu ve parfümü değil, o Alman aksanlı Türkçesi de acaip tahrik ediyordu beni. O konuşurken, sanki birisi yarağımı okşuyor gibi geliyordu bana.

Otoyola çıkmıştık. O sırada Nurcan’ın telefonu çaldı. Anladığım kadarıyla Almanya’dan bir kız arkadaşı arıyordu. Almanca konuşuyorlardı. Nurcan benim Almanca bildiğimi bilmiyordu, telefondaki kıza beni anlattıkça anlatıyordu, çok tatlı olduğumu, bana ilk görüşte aşık olduğunu falan anlatıyordu. Hakkımda neler düşündüğünü bilmek işime geliyordu tabii. Konuşmalarında bir ara, “Yok daha öpüşmedik bile… Şimdi arabadayız, galiba sevişeceğimiz bir yere gideceğiz… Yok, daha o konuyu anlatmadım, ama anlatacağım…” diye ilginç bir şey geçti. Rahat bir yarım saat konuştular kızla. Telefonu kapatınca, “Benim Kuaför salonunda çalışan kızlardan biriydi arayan, işlerle ilgili konuştuk!” dedi. Aklı sıra beni kandırmaya çalışıyordu, ben de, “Bir sorun mu varmış işlerle ilgili?” dedim. “Yok yok, herşey yolundaymış! dedi.

Otoyolda epey yol gitmiştik, nereye gideceğimi bilmediğim için, yol üzerinde ilk gördüğüm dinlenme tesisine girdim. Arabayı sakin bir yere çekip, “Nereye gidelim, nereyi gezmek istersin, ne yapmak istersin?” diye sordum. “Şeyy… Aslında banyo yapabileceğim temiz bir yere gitmek isterim! Misafir kaldığımız evin banyosu hiç Hijyenik değil! En son dün sabah köye gelmeden önce otelde banyo yaptım, o otelin banyosu temizdi!” dedi. Bu kız safmıydı, yoksa çok mu kurnazdı anlayamadım, ama işime geliyordu. “Tamam ozaman, o otele gidelim! Otelin adını, yerini hatırlıyormusun?” dedim. “Navigasyonda kayıtlı oması lazım!” deyip, Radyonun LCD ekranına dokundu. Ekranda Navigasyon belirdi. Kırmızı Bayrakla işaretleniş yerlerden birkaçına sırayla dokundu ve otelin yerini buldu. Oteli yeni hedef olarak verdi Navigasyona. Cihaz hemen başladı (Almanca) konuşmaya, “Mümkün olan ilk yerden U-Dönüşü yapınız! Hedefiniz 8 Kilometre uzaklıktadır!” diye. Nurcan heyecanla tercüme etti…

Az ilerden geri döndüm, Cihaz bize otelin önüne varana kadar kılavuzluk etti ve “Hedefe ulaşılmıştır!” diyerek susutu. Lüks ve Turistik bir oteldi. Arabayı park edince yine elimdeki kumandaya bastı, arka bagaj kapağı açıldı. Bagajdan küçük bir seyahat çantası aldı ve girdik otele. Nurcan Pasaportunu ve kredi kartını resepsiyona verdi ve bir oda isteyip, odaya bir şişe şampanya göndermelerini rica etti. Alman Pasaportuydu, yani Nurcan Alman vatandaşıydı. Anahtarı alıp odaya çıktık. Bizden hemen sonra da şampanya geldi. Garsona açtırıp bardaklara doldurttuktan sonra, 20 Euro bahşiş verip gönderdi, kapıyı kilitledi.

“Prost!” diyerek tokuşturup yudumladı şampanyasını. Ben de, “Prost!” diyerek içmeye başladım. Nurcan bardağını yarım bırakıp, “Ben önce bir duş alayım! Sen keyfine bak!” dedi. Ve yatağa oturup soyunmaya başladı. Sutyen külotla kalınca, o küçük seyahat çantasından temiz iççamaşırı alıp banyoya girdi. Arkasından biçimli götüne baka kaldım, Tanga külodunun ipi götünün yanakları arasında kaybolmuştu. Ayrıca götünün sağ yanağında da küçük bir dövme vardı. Bu manzara yarağımı kazık gibi yapmıştı. Nurcan banyonun kapısını açık bırakmıştı, ama oturduğum yerden birşey göremiyordum. Bir sigara yaktım ve şampanyamı içmeye devam ettim.

Duşunu alıp banyodan çıktı, yeni sutyen külodu vardı üzerinde. Eski sutyen külodunu seyahat çantasına koyup, küçük havluyla saçlarını kurularken, “İstersen sen de bir duş al, buranın banyosu çok Hijyen!” dedi. Ben de, “Tamam!” deyip, onun yaptığı gibi odada Boxerime kadar soyundum. Beni inceliyordu ben soyunurken. Girdim banyoya, Boxerimi çıkarıp duşun altına girdim. Yıkanırken, yeniden kalkan yarağımı şampuanlayıp biraz sıvazladım suyun altında. Bir ara döndüğümde, Nurcan banyo kapısına dikilmiş, beni seyrediyordu. Gülümsedim. O da gülümseyip odaya geçti tekrar. Yıkandıktan sonra, banyoda kurulanıp, Boxerimi giyip çıktım.

Nurcan yatağa uzanmış, sigarayla şampanya içiyordu. Yanına uzandım, ben de bir sigara yaktım. O anda benim yerimde bir başkası olsaydı, herhalde ilk işi anında kızı sikmek olurdu. Bunu ben de çok istiyordum, ama bunu belli etmek istemiyordum ona. Gayet serinkanlı davranıyordum. Ben böyle davrandıkça, kendisinin üstüme atlayacağını umuyordum. Sigarası bitince “Sana sormam gereken şeyler var…” dedi. Yüzünde biraz endişe vardı. “İstediğini sorabilirsin!” dedim. “Şeyy… Senin için bir kızda Bakirelik önemli mi? Yani sen de diğer Türkler gibi mi düşünüyorsun Bakirelik konusunda? Yani mesela, kızın Bakire olmadığını bilsen, yine evlenirmisin onunla?” dedi.

Nurcan ağzındaki baklayı çıkarmıştı. Anladığım kadarıyla Bakire değildi ve bu da benim ekmeğime tereyağ sürüyordu. Tek derdim Nurcan’ı sikmek olduğundan, “Yok, tabii ki önemli değil kızın Bakire olup olmaması!” dedim. “Hmmm, anladım!” dedi. Ama Nurcan’ın yüzündeki endişe kaybolması gerektiği yerde, daha da arttı. Acaba verdiğim cevap hoşuna gitmedi mi diye düşünmeye başalmıştım ki, o sırada beni şok eden bir başka soru geldi. “Peki ya… Mesela kızın başından daha önce bir evlilik geçmişse? Mesela 3 aylık bir evlilik?” dedi. Bunu beklemiyordum doğrusu! Ayrıca bu kızın kurnaz değil, çok saf olduğuna kanaat getirmiştim.

“Bunlar önemli şeyler değil, evleneceğim kızda başka değerlere önem veririm, dürüstlük, açıksözlülük ve karakter gibi!” dedim. İşte o an rahatlamıştı, sevinçle dudaklarımı öptü ve “Senin farklı olduğunu daha ilk gördüğümde anlamıştım, ama emin olmak istedim!” dedi. Ve ben birşey sormadan anlattı. Babasının karşı çıkmasına rağmen, Jürgen isminde bir Almanla evlenmiş. Fakat evlilikleri yürümemiş, 3 ay içerisinde boşanmışlar. 7 ay olmuş boşanalı. Şimdi de babası (Bu sefer seni Türkiye’den, benim bulacağım biriyle evlendireceğim!) diye tutturmuş. Aslında Nurcan bu tatilde köye gelmeyi hiç istememiş, ama babası zorlamış. Zaten 20 yıldır bu 2. gelişiymiş köye. Köyü sevmediğini, köyde sıkıldığını söylüyordu.

Kızı biran önce sikmek istiyordum, ama kendimi de ağırdan satmaya çalışıyordum. “Çok açıksözlü ve dürüstsün! Ayrıca çok sexysin!” deyip, dudağına bir öpücük kondurdum. “Gerçekten beğendin mi beni?” dedi. “Şu ana kadar gördüklerimi çok beğendim! Ama gerisini bilemem!” dedim. “Mmmmh, anladım!” dedi ve doğrulup, sutyenini ve küldonunu bir çırpıda çıkardı ve “Ee, gördün işte, nasılım? Göğüslerim yeterince büyük olmuş mu, yoksa biraz daha büyüttürmem lazım mı?” diye sordu. Demek ki göğüsleri Silikonluydu. Amında da Piercing vardı. “Özür dilerim, onu demek istemedim, nasıl seviştiğini bilmiyorum demek istemiştim!” dedim.

“Haa, anladım!” diyerek üstüme çıktı, dudaklarımdan başlayıp, vücudumun üst kısmını öperek Boxerime kadar indi. Yarağım zaten çadırı kurmuş halde zonkluyordu. Boxerimi indirip çıkardı ve “Mmmmh!” diyerek yarağıma yumuldu. Şu ana kadar siktiğim kızların içerisinde en güzel saksoyu Nurcan çekiyordu. Yarağıma tükürüp başını sıvazlıyor, sonra tekrar ağzına alıyor, emiyor yalıyordu. Bunları yaparken de bir eli taşaklarımı avuçluyordu. Fakat fazla dayanamayacağımı anladım ve “Geliyorum!” dedim. Nurcan hiç istifini bozmadan emmeye devam etti. Ve ağzına patladım. Bukadar çabuk boşaldığıma inanamıyordum. Döllerimin hepsini yalayıp yuttuktan sonra, gülümseyerek, “Aynı Jürgen gibisin, o da fazla dayanamazdı!” dedi. Söylenecek lafmıydı bu şimdi! Bu kız saf değil, resmen salaktı. Moralim bozulmuştu ve normalde boşaldıktan sonra kazık gibi duran yarağım anında inmişti.

Bir sigara yaktım, şampanya doldurdum kendime. Nurcan da banyoya gitti ağzını yıkadı geldi. Sokuldu yanıma. Vücudumun üst kısımlarını öperken, elini de küçülmüş yarağıma attı. Zevzek zevzek konuşmasına devam ediyor, “Ay bu haliyle çok sevimli duruyor Penisin! Şuna baksana nekadar tatlı!” diyerek, sanki kedi yavrusu severmiş gibi hareketler yapıyordu. Gülümseyerek, “Biliyormusun, Jürgenin penisi inikken bile kocamandı, ama seninki tam avucuma sığıyor, bak çok şirin!” dediğinde, artık ben sinirden çıldıracaktım. Bu kız salak değil, salağın önde gideniydi. İçimden (Senin de, Jürgen’in de anasını bacısını sikeyim!) diye küfür ediyordum.

Neden sonra benim suratımın asık olduğunu farketti ve “Schatzi, sen üzgün müsün? Eğer erken geldiğine üzülüyorsan, ben o konuda çok anlayışlıyım, sana kızmadım! Her erkeğin başına gelebilir! Merak etme, ben şimdi onu yeniden kaldırırım!” diyerek yumuldu yarağıma. İnik yarağımı komple ağzına alıyor, taşaklarımı okşuyordu. Bir iki dakika emip yalıyor, sonra parmaklarıyla yokluyordu sertleşiyor mu diye. Ama sertleşmiyordu ve yeniden emmeye devam ediyordu. Bu gidişle sertleşmeyecekti de, çünkü kafam Jürgen piçi ile meşguldu.

Jürgen’i kafamdan atmam için başka şeyler düşünmeye başladım. Fidan’ı, Zeynebi, Rabia’yı, Meryem’i nasıl siktiğimi gözümün önüne getirdim. Zahide’yi nasıl sikeceğimi düşündüm. Çektiğim resimleri canlandırdım kafamda. Resimler gözümün önünden geçerken yarağımın kıpırdadığını hissettim. O anda Nurcana, “Senin çıplak resimlerini çekmek istiyorum, çekebilirmiyim?” diye sordum. “Haa, anladım Schatzi, sen Fantazi yapmak istiyorsun! Tamam, nasıl poz vereyim?” dedi. Kalktım telefonumu aldım, her çektiğim pozda yarağım biraz daha sertleşiyordu. En son yatakta dörtayak domaltıp, arkadan görüntüsünü çektiğimde, yarağım da tavan yapmış, kazık gibi olmuştu. “Hiç bozma pozisyonunu!” deyip, telefonu yatağa bıraktım ve arkasına yanaşıp, pürüzsüz kaymak gibi amını yalamaya başladım. Galiba amına Epilasyon yaptırmıştı, kıl tüy namına en ufak birşey yoktu. Amı çok güzel kokuyordu, sadece göğüslerine değil, amına da parfüm sürmüştü.

Amını iyice kıvama getirene kadar yalayıp inlettikten sonra göt deliğini de yaladım. Belli ki götten de siktirmişti, göt deliği açılıp kapanıyordu dilimi değdirdiğimde. Buna sevinmiştim, çünkü onu götten de sikmek istiyordum. Sırayla dilimi bir göt deliğine, bir amına sokuyordum. Ara sıra da poposuna tokat atıyordum. Nurcan’ın inlemeleri artmıştı. Yalamayı bırakıp, yarağımı yavaşça amına kökledim ve gidip gelmeye başladım. İşte şimdi olmuştu, Ben yeniden Ben olmuştum. Belinden kavrayıp, vurdura vurdura sikiyordum amını. Nurcan da Türkçe sikişmeye alışık olmadığından Almanca konuşuyor, durmadan, “Jaa, schön, super, fick mich Schatzi! Schneller, ohh jaa!” diyordu. En sonunda, “Jaa, ich komme, ich komme!” diye diye ilk orgazmını olup boşaldı.

Dikkatimi yoğunlaştırıp, hırsla sikmeye devam ediyordum. Amına hızlı hızlı pompalarken, içimden de (Jürgen’in kabuklu yarağına benzemez benimki!) diyordum. Çok geçmeden Nurcan, “Ohh mein Gott, ich komme wieder, ich komme!” diyerek bir kez daha orgazm oldu. Ama durmadım, 3. kez orgazm etmeyi kafaya koymuştum. Birkaç dakika sonra yine, “Ohh mein gott, das gibt’s nicht!” demeye başladığında, amından çıkıp götüne kökledim bir seferde ve hiç beklemeden pompalamaya başladım. Göt sikerken herzaman yaptığım şeyi yaptım sonra da, elimi alttan amına attım ve klitorisini okşadım. Klitorisini öyle bir ayarlı uyarıyordum ki, orgazm olacağı zaman elimi çekiyordum. Sonunda ben de boşalmak üzereyken, klitorisini okşamayı hızlandırdım. Ve Nurcan’ın, “Ich komme, ich komme!” çığlıkları eşliğinde götünü doldurdum döllerimle. Aynı anda boşalmıştık. Yarağım götündeyken birkaç resim çektim.

Nurcan’ın hali kalmamıştı, yüzüstü yapıştı yatağa. Ben de onunla birlikte, onun üzerine yapıştım. Yarağım götünün içinde kaldım bir süre. İçtiğim şampanyadan olsa gerek, işeme ihtiyacı hissettim. Götünden çıkmak istediğimde, elini arkaya atıp belime koydu ve “Nolursun çıkma, kal içimde!” dedi. Dayanabildiğim kadar daha kaldım içinde, sonra çıktım götünden ve tuvalete koştum. İşeyince müthiş rahatlamıştım. Duşun altına girip yarağımı yıkarken, Nurcan da geldi banyoya. Önce o da işedi, sonra birlikte duş aldık.

Kurulanıp yatağa geçtik, bir süre öpüşüp elleştik, birer sigara yaktık. Nurcan’ın yüzünde halen şaşkınlık vardı, “Anlamadım, nasıl oldu böyle, arka arkaya tam 3 sefer orgazm oldum, ilk defa yaşadım bunu! Olamaz böyle birşey! Jürgen’le seks yaparken hep bir seferde kalırdım!” dedi. (İçimden yine Jürgen’in anasını bacısını kalayladım) “Sigaramız bitince gidelim, merak ederler!” dedim. “Tamam Schatzi, sen nasıl istersen!” dedi ve sigarasını söndürüp, giyindi. Ben de giyindim. Çantasını aldı ve el ele çıktık otelden. Geri köyün yolunu tuttuk.

Ben Esra telefonda seni bosaltmami ister misin?
Telefon Numaram: 00237 8000 92 32